Zihin
Yine bir öğle arasıydı.
Yazılılar, okul, servis derken çok yorgundum bu aralar. 45 dakikalık öğle
aramı, beni en dinlendirici şekilde geçirmeliydim. Sınıfıma geçtim, sıramın
üzerine başımı koydum. Gözlerimi kapattım. Derken karşımda bir zeplin belirdi.
Üzerinde kocaman yazılarla “Araf Taşımacılık” yazıyordu. Zeplinin kapıları
açıldı, o an gözlerime inanamadım.
Yaşlı, hasta bir adam yanında ejderhası ve
uçan eşeğiyle zeplinden indiler. O sırada kafamda bir acı hissettim. Uçan eşek
kafama tekme atmıştı. “Hey! Sen ne yaptığını sanıyorsun?” dememle yaşlı adamın
yanıma gelip, benden özür dilemesi bir oldu. Her ne kadar önemli değil desem
de, adam çok üzülmüşe benziyor, sürekli kendini affettirme çabasına giriyordu.
“Sana kendimi affettirmem gerek evlat, haydi gel; şu köşede bir lokanta var,
oraya gidelim. Biraz sohbet ederiz.” dedi. Cevap vermemi beklemeden kolumdan
tuttu ve yürümeye başladık.
Daha kim olduğunu bile bilmediğim bu yaşlı amca,
bana çok sempatik gelmişti. Lokantaya girdiğimiz zaman uçan eşek ve ejderha
birbirinden yaramaz iki kız çocuğuna dönüşmüşlerdi. Şok üstüne şok yaşıyordum
bugün. Lokanta bir Çin Lokantası olmalı ki, buradaki herkes, çekik gözlü ve
Çince konuşuyorlardı. Garson geldi. Konuşmalarını anlamıyorduk. Derken yan
masadan genç bir erkek, masamıza geldi. Üzerindeki kartta “Çevirmen” yazıyordu.
Belli ki bize yardım etmek için gelmişti.
Çevirmen ne içmek istediğimizi
garsona söyledi. Daha sonra biz sohbet etmeye başladık. Yaşlı amca ve
çevirmenin konuşmalarından ziyade başka sesler de duyuyordum. Bu beni bir hayli
korkutmuştu. O sırada garson kahvelerimizi getirirken, bizim haylaz kızlardan
birinin –ejderha desek daha doğru olur- garsona çarpıp kahvenin üzerime
dökülmesi ve benim şok etkisi ile uyanmam bir oldu. Arkadaşlarım ve öğretmenim
tepemde dikiliyor, hep bir ağızdan bana sesleniyorlardı. Deniz, Deniz, Deniz…
İpek ARSLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder